Kitap Yorumu #3 : Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna...
Sabahattin Ali'nin muhteşem üslubu ve insanların unutulmaya yüz tutmuş yönlerini ele alan bu harika kitap. Rahatlıkla içine girebileceğiniz, kimi zamanlar gözyaşlarınıza hakim olamayacağınız Kürk Mantolu Madonna.
İsterseniz sizlere öncelikle arka kapağını yazayım, sonra da benim kitap hakkındaki görüşlerime gelelim...
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."
Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.
Kürk Mantolu Madonna'yı uzun zamandır okumak istesem de bir türlü alıp başlayamıyordum. En sonunda Tilbe isimli arkadaşımda gördüm kitabı ve o bitirir bitirmez bana verdi. Normalde başkalarının kitaplarını okumayı sevmem. Okuyacaksam kendi kitabım olmalı o kitap. Üstelik başkasının kitabı, ya zarar gelirse?! Yine de dayanamadım, aldım Kürk Mantolu Madonna'yı.
Okumak istediğim için büyük bir hevesle başladım aldığımın ertesi günü. Yine de, kitabın ilk sayfaları beni yordu. Bilmediğim kelimeler olsun, diyalog azlığı olsun. İlk 45 sayfa böyle ilerledi. Gözlerimi yordu kitap, okumak istemedim. 45 sayfayı okuyana kadar iki saat geçirdim, canım sıkıldı.
45. sayfada öyle bir şey oldu ki, beynimden vuruldum! Asıl olayların başlangıç yeriydi 45. sayfa. Raif Efendi'nin iç dünyasına girdiğimiz ve geçmişini öğrendiğimiz şey oradaydı: siyah kaplı defter! 20 Haziran 1933 diye bir tarih atılmıştı deftere. Raif Efendi, kendi geçmişini anlatmaya başlamıştı orada!
Raif Efendi, ailesi tarafından dışlanan, babasının pek sevmediği, içine kapanık bir insanmış her zaman. Sanırım bu kadar kişilik özelliği yeterli, asıl olayları anlatmak istiyorum çünkü sizlere. Fakat Raif Efendi'nin kendisini tarif ettiği en iyi satırlar şunlardı sanırım: "Kendimi bildim bileli bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım."
Raif Efendi, babasının zoruyla, eli ekmek tutsun düşüncesiyle Almanya'ya gider. Orada bir sabun fabrikasında çalışmaya başlasa da işe gitmekten vazgeçer. Ayrıca, Raif Efendi'nin sanata da merakı vardır. Birkaç çizim yapar ara sıra... bir de sergilere gitmeye bayılır! Yine Almanya'dayken bir gün gazetede resim sergisinin açıldığını görür. Üzerini giyinir ve soğuk Almanya sokaklarından geçerek resim sergisine varır.
Resim sergisinde dolaşırken gözleri bir tabloya takılır. O an, Raif Efendi neye uğradığını bilemez. Hayallerinde yaşattığı kadının resmedilmiş halidir bu adeta. Şaşkınlıkla tablonun önünde durur, durur ve ona bakar. Öylece tabloyu izler. Raif Efendi bu hayranlığını siyah defterine şu kelimelerle dökmüştür: "Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."
En büyük arzusu Kürk Mantolu Madonna'sı ile tanışmak olmuştur artık Raif Efendi'nin. Kürk Mantolu Madonna'ya sarılmak, onu gözyaşları içinde öpmek, içinden geçenleri anlatmak istemektedir. Bir gece, karanlık sokaklardan birinde bir kadın görür. Kürk Mantolu Madonna'sına kavuştuğunu hisseder Raif Efendi. Peşinden koşar karanlıkta fakat kadın çoktan kaybolmuştur. Herhalde hayal gördüm, diye düşünür fakat ertesi gün yine o sokağa gelir. Aynı saatlerde bir kadın geçer sokaktan. Bu sefer suratını görmese de peşinden gider, ondan saklanarak. Atlantik isimli bir bara girdiğini görür kadının ve içeri girer. Masalardan birine oturur... vaktin geçmesini bekler ve sonunda Kürk Mantolu Madonna'sına kavuşur!
Maria Puder'dir o harika kadının ismi. Raif Efendi ve Maria Puder arkadaş olurlar artık. Her gün buluşurlar, vakit geçirirler. İnanın ki onlarla beraber olduğunuzu hissedeceksiniz bu kitabı okurken. Sanki birkaç adım ötenizde Raif Efendi ve Maria Puder, kol kola geziyorlar ve siz onların birbirlerine duydukları aşkı izliyorsunuz.
Maria Puder, beni bile kendisine aşık eden gizemli bir kadın. Kesin ve kat'i kuralları var ve önceden çok yara almış, belli. Erkeklere olan güvenini kaybetmiş, belki de sonsuza kadar. Fakat Raif Efendi ile öylesine harika şeyler yaşadılar ki...
Maria Puder'in beni en çok etkileyen söz şüphesiz ki şuydu: "Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir.” Bu satırları okurken durdum ve gözlerimden bir damla yaşın akmasına izin verdim. Sahiden de öyle değil miydi? Aşk asla paylaştıkça azalmazdı. Aksine sizi içine çeker ve zaman geçtikçe büyürdü.
(Spoiler görebilirsiniz, kitabı okumadıysanız dikkatli olun.)
Kitabın sonlarına geldiğimdeyse bitmemesi için yalvaracaktım adeta. Raif Efendi beni üzmüştü, şaşırtmıştı. Ona küfürler etmiştim, evet, bunu yapmıştım. Tren istasyonunda gördüğü o kızın peşinden koşmalı ve adını öğrenmeliydi. Kürk Mantolu Madonna'sından geriye kalan tek şeye sığınmalıydı, himayesi altına almalıydı. Maria Puder'in öldüğünü bilmeden onu suçlamamalıydı.Saf bir aşktı Raif Efendi ile Maria Puder arasındaki aşk. Herkesin hayran olabileceği türdendi. Herkesin isteyeceği fakat artık ona ulaşmanın mümkün olmadığı bir aşk hikayesi...
Bu kitabı kesinlikle öneriyorum! Ve kitap yorumuma Maria Puder'in Raif Efendi'ye söylediği harika bir sözle son vermek istiyorum.
" Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum."
0 yorum:
Yorum Gönder