Blogda yaptığım ilk kitap yorumunun, benim için önemli bir yazara ait olmasını istiyordum ve bu isim için uygun gördüğüm tek insanın Asude olduğuna karar verdim. Asude, ilk hikayelerini Facebook'ta yazmaya başlayan ve kendi emekleriyle bu günlere gelmiş en önemli yazarlardan biri benim gözümde. Basılmış olan ilk kurgusu olan Gül ve Avcı ise beni derinden etkileyen ve bitirdiğimde gözümde mutluluk gözyaşları bırakan güzel bir kitaptı.
Öncelikle uyarmak isterim, yorumum biraz spoiler içeriyor. O yüzden kitabı okumadıysanız dikkatli olmanız gerek. Spoiler seven birisiyseniz okuyabilirsiniz fakat spoiler sevmiyorsanız dikkatli olmanızı öneririm!
İsterseniz Gül ve Avcı'nın tanıtım kısmıyla başlayalım bu güzel yorumumuza.
Bir başkaldırıdır aşk... Önce isyancısını yıkar!
Bir Erkek...
Varlığı hem tehlikeli ve korkunç, hem de sonsuza değin güçlü ve korunaklı... Onun karşı konulmaz etkisine kapılan bir kadın sıcak bir gülüşüyle ısınabilir, mavi gözleriyle sonsuz bir denize açılabilir, siyah saçlarıyla zifiri bir geceye korkusuzca dalabilirdi.
Ona yaklaşmak ise ateşe çırılçıplak yürümek demekti.
Bir Kadın...
Hem bir kraliçe kadar sarsılmaz, hem de titremeye hazır bir yaprak gibi ürkek ve utangaç... Bir erkeği masumiyetiyle prangasız tutsak edebilir, incindiğinde ise bütün dünyaya kafa tutabilirdi. Kalbi ve masumiyeti acımasızca ihlal edildiğinde artık onun için ateşe yürümek zamanı gelmişti.
Kadın ateşten korkmuyordu, çünkü çoktan yanmıştı.
Evelyn Rosa Drummond, en değerli varlığı olan kalbini bu tehlikeli adama sunduğunda onun aşkına erişebileceğine inanmıştı. Oysa tüm varlığını emanet ettiği Harewood Dükü Julian Benedict Wharton tarafından bir fahişe olarak görülmek gibi korkunç bir yanılgının kurbanı olmuştu.
Ve talih, karşısına dayanılmaz bir intikam fırsatı çıkardı. Herkesin çekindiği bu tehditkâr ve gizemli adama yapılan cinayet suçlamasını ispatlayacaktı. Oysa Julian'ın en yakınına kadar sızmayı başardığında, kalbinin müthiş bir sınanmaya tabi tutulacağından habersizdi.
Gönlünü bir kez daha bu cazibeli adama kaptırmayacağına söz vermek ise gölgesine sığındığı bir yalandan öteye gidemeyecekti!
Bu tanıtımı okuduğum ilk an durdum ve şöyle düşündüm: "Bunu okumalıyım!" Bilgisayarın başına geçtim ve hemen siparişimi verdim. Birkaç gün sonra, kitap elime ulaştığı an ise benden mutlusu yoktu. Durdum ve sayfalarının kokusunu içime çektim.
İlk sayfasında Shakespeare'in en sevdiğim sözü yer alıyordu. "Cehennem boş, çünkü bütün şeytanlar burada."
Büyük merakla okumaya başladığım bu harika kitap, kısa bir sürede beni içine hapsetti. Sıcacık kahvemi aldım elime, odama geçtim. En az Apollon Güneşi kadar sıcak hissettiren kitapta kimi zaman ağladım, kimi zaman güldüm, kimi zaman kendimi kaybettim... Küçük Albert'ın yaptığı yaramazlıklar içinizdeki çocuğun dışarı çıkmak için debelenmesine neden oluyordu.
Evelyn Rosa Drummond... Kitabımızın mükemmel kadını. Aşkı için her şeyi göze almış o cesur kadın. Tanıtımda bahsedildiği gibi, Evelyn Roa Drummond kesinlikle bir Tanrıça kadar güçlü fakat uysal bir kedi yavrusu kadar da savunmasız. Küçük sakarlıkları, korkuları ve tüm bunlara rağmen kendinden emin olmaya çalışan duruşuyla kendisine aşık eden bir kadın.
Julian Wharton ise şüphesiz ki her genç kızın hayalini süsleyen yakışıklı bir Dük. Masmavi gözleri, uzun boyu, geniş omuzları... Hadi ama, kim Julian Wharton'a aşık olmaz ki?! Ayrıca Julian Wharton, edebiyata ve şiire önem veren bir Dük. Haliyle bu özelliği Şiir ve Şairlerin Tanrısı Apollon'u mutlu ediyor.
Ah, az kalsın unutuyordum. Julian Wharton'ın göz kamaştırıcı evinde Albert gibi ufak yaramaz çocuğa bir bakıcı lazım ve Julian Wharton'ın da bakıcılığını yapan Bayan Harris, Albert'ın da bakıcılığını yapıyor. Ayrıca atlamadan geçmek istemem, Bayan Harris benim favori karakterlerimden biri. Yaşlı ve çökmüş olan Bayan Harris, küçük Albert'a bakamayınca Evelyn Rosa Drummond mürebbiye olarak Dük'ün küçük sarayına alındı ve tüm macera böyle başladı. Yani söylemek isterim ki, Bayan Harris olmasaydı Evelyn o eve giremeyecekti. O yüzden, teşekkürler Bayan Harris.
Karakterleri kısaca sizlere aktardıktan sonra olaylara giriş yapabiliriz sanırım...
Gözünü büyük bir intikam hırsı bürüyen Evelyn, Julian'ın aleyhine işler çevirirken bir anda yakışıklı Dük ile utangaç mürebbiye birbirine aşık olur. Evelyn'in gözünü bürüyen intikam hırsı yerini yüreğindeki aşka bırakır ve bizim Gül'ümüz, Rosa'mız, kendisini Julian Benedict Wharton'ın karısı olarak bulur.
Julian, Evelyn'in masumluğuna aşık olmuşken, evlendikleri gece karşı karşıya olduğu olayla yıkılır. Evelyn'in intikam sebebi de budur aslında.
Birkaç ay önce soğuk bir gecede, Evelyn'in yaşadığı küçük kasabaya Julian Benedict Wharton isimli bir adam gelmiştir. O soğuk gecede ikisi de birbirlerini görürler ve Evelyn kendisini Julian'a teslim eder. Masumluğunun kirlendiği o gece, Julian sarhoşluğun verdiği etkiyle Evelyn'i asla hatırlamaz. Evelyn ise Julian'dan intikam almaya yemin etmiştir.
Bu intikam planı ise bir anda gelir ve onu bulur! Evelyn'in birlikte yaşadığı Desmond Amca'ya bir dedektiflik işi gelir. Şüphesiz ki Desmond Amca'nın en büyük yardımcısı Rosa'dır. Dedektiflik görevi ise beni büyük bir şaşkınlığa uğratan bir şeydi.
"Harewood Dükü Julian Benedict Wharton'ın katil olduğu kanıtlanacak."
(Dikkat! Bu bölümden sonrası spoiler içerir!)
Bu satırları okurken beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Başlarda Julian'a büyük bir sevgi beslerken okuduğum satırlarla tüm sevgim yerini nefrete bırakmıştı. Şüphesiz ki bundaki en büyük etken Julian Wharton'ın karısını öldürmekle suçlanmasıydı.
Julian Wharton'a olan öfkem birkaç sayfa devam ettikten sonra Evelyn'in mürebbiye olarak eve alınmasıyla sona erdi. Julian, daima Evelyn'e karşı sert ve güçlü durmaya çalışsa da aşkını daha fazla gizleyemedi ve Evelyn ile evlendi. Aslında bu evlilik Julian'ın annesine yaptığı bir başkaldırı olsa da, içten içe daima Evelyn'i sevdi.
Her aşk gibi Evelyn ve Julian'ın aşkı da kolay olmadı.
Karşılaştıkları en büyük zorluk şüphesiz ki evlendikleri gece oldu. Evelyn'in bakire olmadığını anlayan Julian masumiyetine aşık olduğu karısını yanından ayırır ve onu eski karısının odasına gönderir. Evelyn'in içini kavuran aşkı tüm bunları kaldıramazken Julian'ın hissettiği iki şey vardı: İhanet ve Öfke.
Kimi zaman güldüler, kimi zaman ağladılar, kimi zaman bir kez daha aşık oldular birbirlerine. Julian ve Evelyn, herkesin yaşamak istediği bir aşk yaşadılar belki de. Gürültülü kahkahaları evin her köşesine yayılırken, Julian'ın oğlu Albert çoktan Evelyn'i annesi olarak benimsemişti bile.
Fakat her aşkın inişli çıkışlı anları vardı.
Tüm mutlulukları, Julian'ın polisler tarafından götürüldüğü gün sona erdi. Evelyn bulduğu tüm kanıtları Desmond Amca'sına yazdığı mektupta anlatmıştı.
Julian mahkemeye çıkartıldığında ise uzun zamandır böyle heyecanlı satırlar okumadığım için fazlasıyla sabırsızdım. Mahkeme sahnesini kaç kez baştan okudum hatırlamıyorum bile! Hatırladığım tek şey, ağzımın koskocaman açık olduğuydu. Asude, okurlarını beyninden vurulmuşa çevirmişti.
Mahkemede her şey yerli yerine oturdu ve ben dahil tüm okurların kafasındaki soru işaretli çözümlendi. Yazarımız o kadar harika anlatmıştı ki tüm olayları bana söyleyecek pek söz kalmıyor. Eminim şu an Julian ve Evelyn geçmişte bir yerlerde aşklarını yaşıyorlar ve kendi çocuklarını büyütüyorlar. Kahkahaları tüm evde yankılanıyor, küçük bir çocuk sesi karışıyor o kahkahaların arasına... Albert'ın köpeği koşarken bir vazo kırıyor ve vazonun parçalanışı hiç kimseyi sinirlendirmiyor.
Söyleyeceğim o ki, bu kitabı kesinlikle öneriyorum! Kesinlikle okumanız gereken kitaplarınızın bulunduğu listeye eklemelisiniz. Üstelik bir de Tarihi kurgu seven bir insanız 1835 Londra'sını bu kadar harika şekilde anlatan başka bir roman bulamazsınız.
Hepinize veda ederken gününüzün en az Apollon Güneşi kadar ışıltılı ve sıcak geçmesini umuyorum! Apollon'un Lir'inin melodisi kulaklarınızı kaplasın ve gününüz şiirsiz geçmesin!